İnsanların çoğu, günde beş kez eda ettiği namazın gerçek manasını sanırım pek bilmez.
Öyle ya, doktor olacaksın, muayene ettiğin hastanın hastalığından haberdar olmayacaksın, veya mühendis diploman var, proje uygulamasından bihabersin.
Burada, bildiğimiz, farz olarak kılınan anlatılmaktadır. Namazın ne anlama geldiğini bilmeyenin, kıblesini algılaması mümkün mü?..
Diğer Ayeti Kerimelerde geçen salât-ı vusta (orta namaz) ve salât-ı daim (daimi namaz) kavramları ise, namazın ikame edilen farklı boyutlarına işarettir.
Mutlak bir adabı gerektiren namazın en alt basamağı, ihsan hali dir. Sen Rabbını göremiyorsan da, o seni görüyordur anlayışıyla belirli bir intizam içinde kılınanıdır.
Ancak, evrensel kitabımız Kuran, İhsan halini dahi yeterli görmediğini vurgular ve gerçek anlamı yakalayamayan insanı, övgü noktasından aşağıya çekerek, mutlak bilince dayandıracak işaretleri verir.
Namazlarından gaflet içinde bulunmak ifadesi, uyandırılışın bir göstergesidir.
Bu çok değerli ikaz, namazdaki hareketlere de bir espri getirmiştir. Örneğin Allahuekberdeyip ellerin kulak hizasına kadar götürülmesi, Allah ile aramdaki perdeleri arkama attım anlayışını, kıyamda durulması, kişide Allahın varlığıyla kaim bir varlık olduğu bilincini, rûkunun mutlak yaratıcı yanında eğilmeyi gerektiğini, secde etmenin ise, Hakkın varlığı yanı sıra, ikinci bir varlığın olmadığı idrakını getirir.
Kişi, bütün bunları bilmek zorunda mıdır? sualinin yanıtı, tereddütsüz evet olmalıdır. Alternatifi yoktur; zira, yaradılış gayesindeki hikmet, kendi aslını hakikatını bilmesidir.
Kıbleye gelince...
Resulullah(s.a.v) Medineye hicretinden sonra, on altı veya on yedi ay boyunca Kudüse doğru namaz kılmıştır.
Onun bütün arzusu, Kıblenin Kâbeye yöneltilmesiydi. Neden böyle bir istek vardı kendisinde!...
Boş bir anı olmayan, İnsanları akın akın kendisine çeken, Resullere ve Nebilere dahi kucak açan ve yapımı tam on iki kez yenilenen bu emsalsiz mabedin vasıfları neydi?..
Ve bu arada Efendimize;
Doğrusu biz senin yüzünün semaya çevrilip durduğunu görüyoruz (Bakara 144) Ayeti nazil oldu.
Resululahın yüzünü semaya doğru çevirmesi, şüphesiz onun göklerde bir tanrı araması değil, vahyi özünden beklemesi demektir.
Vahyin gelişi, öğle vakitlerindeydi. Bir rivayete göre, Kâbeye doğru kılınan ilk namaz, öğle namazıydı. Ancak, keşfî görüş ikindi namazı olduğu yolundadır.
Ve Cebrail (a.s), Resûlullaha rehberlik ederek kendisini, Kâbenin Altınoluk tarafına döndürdü.
Kıblenin Kudüsteki mabedden alınıp Kâbeye yönlendirilmesi, basit bir istikamet değişikliği değildir. Konuyu mana yönüyle tetkik etmek isteyenler,ResûlullahEfendimiz'in daha önce yaptığının asla nakıs olmadığı kabulünden yola çıkarak varabilecekleri yere ulaşır.
Zira, Yahudi meşrebinde olanlar, yersiz bir hayıflanmayla, kıskançlık kokan düşüncelerini şöyle dile getirdiler;
Eğer Kudüse dönmek -daha önce olduğu gibi- batıl idiyse, sizin önce kılmış olduğunuz namazlar boşa gitmiştir. Şayet batıl değildiyse, şimdi Mescid-i Harama yönelmeniz yersizdir... (Bak.Ibni Kesir s.611)
Kıble değişimi, bir anlamda islâm liderliğinin Yahudilerden alınıp, Muhammedi kemalâtla doruk noktaya ulaştığının açık bir ifadesidir.
İmam-ı Rabbani, Mektubatı Rabbani isimli eserinde bu konuyla ilgili ;
Beni İsrail Peygamberlerinin Kâbesi, Beyt-i Makdisin büyük taşı idi. Onun kemalâtı ve zuhuru nihayette Kâbenin kemalâtına katılmaktır... demektedir.
Kâbe öncesinde insanlar, belirli bir süre Mescid-i Aksaya yönelmişti. Esasen Kudüsteki Ruhaniyet, yani radyasyon, her ne kadar ahiret yaşantısı için yeterli peformansı sağlamakta ise de, insanın kendi hakikatını bilmedeki îstıfayı yani arınmışlığı temin edemiyordu.
Bütün gerçekleri, kıyasa gelmeyecek şekilde, fetih yolu ile bilen Resulullah Efendimiz (s.a.v), Kâbenin hakikatına yönelmenin ancak arınmışlık vasfıyla elde edilebileceğini vurguluyordu.
Kuranda kendisi için aynı uyarıyı insana yapmıyor mu?..
Arınmayanlar el sürmesinler ( )
Efendimiz, ayrıca Kabenin gerçek Kıble olması konusundaki temennisi, arzusu, Onun çok güçlü bir ruhaniyete, enerji potansiyeline ve ilme sahip olması sebebine dayanıyordu.
Şayet, insanın öz benliğini, varlığını bilme yolunda bir anlayışı yoksa, Kâbeye yönelse dahi, bu onun kıblesinin Mescidi Aksada yani Kudüste olduğu gerçeğini değiştirmez.
İslâm tarihinde, Kâbeyi yıkmak amacıyla hazırlanan ve görülmemiş büyüklükte fillerin katıldığı Ebrehenin ordusundan korumak için, Ebabil kuşlarının, fil sahiplerine yaptığı ve ilahi bir sır olarak kalacak saldırılarını hatırlayın... (Bak.El-Fil Suresi)
Resûlullah Efendimiz (s.a.v);
Kâbetullaha ilk sefer insanın gözü değdiği vakit, Allahtan ne isterse, Cenabı Hak kabul eder buyurdular.
Resulullah Efendimiz, müşriklerden teslim aldığında, Kâbenin bir anahtarcısı ve zemzem suyunun bir bakıcısı bulunuyordu. İster müslüman, ister münafık olsun, bu gerçek sembolün dostu idi...
Kâbe-i Muazzamayı ziyaret edenler, sadece taş bir yapı görmesin, o bu haliyle canlı, diri ve şuurludur.
Beynin üst alıcı devrelerini faaliyete geçiren, Kurandaki ifadeyle Fetih Ehli zatlar onun yerden göğe uzanan mübarek Ruhunu görebilir. (Bak.El-İbriz Abdülaziz Debbağ)
Evet... Kâbe, yüksek düzeyde bir velidir.
Kâbe duvarına sarılmak, yüz sürmek, onu bir sevgili gibi kabullenmek gerekir. O, sevgiye mutlak karşılık verendir.
Allah, Kabe-i Muazzama hakkında şöyle buyurmuştur;
Şüphesiz Alemlere mübarek ve hidayet olarak, insanlar için ilk yapılan Beyt, Mekkedekidir. (3/96)
Resulullah Efendimiz, bir Hadisinde;
Dünyadaki mescitlerin en hayırlısı benim Mescidimdir. Ancak Mescid-ül Haram bundan müstesnadır. demektedir.
Kuran, Kâbeyi emin yer ve Allahın evi vasıflarıyla nitelendirir. Evden kasıt, vechidir. Allah, bu vech ile alemleri seyretmiştir.
Ayeti Kerime;
Her nereye dönerseniz dönün, Allahın vechiyle karşılaşırsınız. (2/115) diyor. Ne var ki, her zerrede mutlak kemaliyle var olan vechin, Kâbedeki izharı farklıdır.
Bu arada bu mabedi keşfedip ilk kez inşa eden ve ehlince Hz.Muhammede en yakın Nebi olarak bilinen Hz.İbrahimi unutmamak gerekiyor.
Kuranın bu konudaki ikazı şu;
İbrahimin makamını namazgah yapın. (Bakara 125)
Resulullah Efendimiz (s.a.v) Kâbeyi putlardan temizleyip, içinde namaz kılmıştır. Bir rivayete göre vechinden (giriş kapısının olduğu yer anlamına da geliyor) girmiş, karşı duvarı Kıble edinmiş ve Hz.İbrahimin Kâbe içinde temsili olarak yapılan resmini de sildirmiştir. Bu hareket, Hz.İbrahimle ilgili bir mesaj niteliğindedir. Zira Kâbe, içiyle, dışıyla resimden, mânâdan, vasıftan münezzehtir.
Burada, şu Hadis-i Şerifi nakletmeden geçemeyeceğim.
Bir yolculuk sırasında Resulü Ekrem (s.a.v);
-Bu hangi deredir? diye sordular...
Sahabiler;
-El Ezrak deresidir.. dediler.
Resulü Ekrem (s.a.v);
-Musa (a.s) iki parmağının uçlarını iki kulağına koyup, yüksek sesle Lebbeyke duasını okumak suretiyle Allaha niyaz ederek, bu dereden geçerken gözümün önündedir. buyurdu.. (İbni Mace cilt 8)
Hadisten, Beni İsrail Nebisi Hz.Musanın, muhterem yer anlamına gelen Mescid-ül Haramı ziyaret ettiği anlaşılıyor.
İbni Abbastan (r.a) rivayet olduğuna göre, bir başka Hadisi Şerifte Resulullah (s.a.v), şöyle buyuruyor;
Bu Kâbe, on dört evden biridir, yedi arzın her birinde bu evlerin bir benzeri yaratıldı. İnsanlar içinde de İbni Abbas, benim benzerimdir. (Bak.Nakş El Fusus Şerhi)
Benzerlerini sadece Ehlullahın saptayabildiği Kâbe, Ruhu Azamın, yani Ruh adlı Meleğin, dünya üzerinde kudret yönüyle zuhur eden güçlü temsilcisidir.
Kabenin Beytül Makdisten farkını ve namazın kıblesini teşkil etmesinin gerçek sebebini, Efendimizin ve büyük Evliyaullahın ilmi yanında, denizden bir katre mesabesinde kalan ilmim ile izah etmeye çalıştım.
Yeterli olup olmadığı konusundaki kanaati takdirlerinize bırakıyorum.