Çeşitli uyarılara karşın, Hac görevini hasıraltı etmeye çalışan birtakım insanların değişik görüşleri var. Şekil ve kural tutkusunu aşmak isteyen bu kişiler, şekil mi, niyet mi önemli deyip gerçek sembolik Hac konusunda kavram kargaşası başlatır. Kayıtlardan kurtulma düşüncesinin kaynağı bilinmez, ancak inanç, onları hemen sufiye yöneltir. Zira, bu olaya göre Kuran ve Hadisler incelendiğinde Kabede ifa edilenin sembolik olduğu düşünülmekte ve "Gerçek Hac insan kalbi etrafında yapılandır" denmektedir.
Büyük sufi Mevlana Celaleddin'in "Kâbe,
Azer oğlu İbrahimin yaptığı bir binadır. İnsanın
gönlü ise, yaratıcının vücut verdiği gerçek Beytullahtır"
sözü, "Yerlere ve göklere sığmam,
mümin kulumun kalbine sığarım" kudsi
hadisinin ifade ettiği mana ile birleştirilir ve ortak görüş
şöyledir:
"İnsanın mutsuz olarak yaşam sürdüğü bir dünyada, hiçbir Haccın, hatta hiç bir ibadetin anlamı olmadığını savunanların hatıraları önünde insanlık adına eğilmeyi onur biliriz" .
Şimdilik, bu varsayımlara bir nokta koyarak, Hac ile ilgili Hadislere bir göz atalım dilerseniz...
Resulullah Efendimiz, şöyle diyor;
- Beytullah'a ulaştıracak azık ve binek hayvanına malik olup da Haccetmeyen kişinin Yahudi veya Hristiyan olarak ölmesinin kendisince ne önemi vardır!..
Kuran-ı Kerimde ise, konu şu şekilde sunulmuş: "İnsanlar üzerinde Allah'ın hakkı, yoluna gücü yetene Beytullahı Hacc etmektir." (Ali imran/97)
Bir adam geldi, Resululllah'a sordu;
- Haccı farz kılan nedir ya Resulullah?
Resulü Ekrem (S.A.V.) cevap verdi :
- Azık ve binektir. (Tirmizi)
Hadislere devam ediyoruz;
"Umre, kendisi ile öbür umre arasındaki zaman içinde işlenen günahlara kefarettir. Haccı Mebrur'un cennetten başka karşılığı yoktur." (Müslim)
"Her kim beyte gelir, kadına yaklaşmaz, fısk işlemezse o kimse, anasından doğduğu gibi döner." (Müslim)
"Hac Arafattır. Kim Cem gecesi sabah namazından önce
gelirse, Haccı tamamlar. Mina günleri üçtür. Artık, kim iki
günde acele ederse onun üzerinde bu günah yoktur, kim de
gecikirse, ona da günah yoktur."
Ayrıca Resûlullah Efendimizin Kâbe ile ilgili Hadisi de şöyle;
"Kâbe'de kılınan iki rekat namaz, dünyanın başka
mescitlerinde kılınan namazdan yüz bin defa daha sevaptır."
Günümüz yazarlarından, İslamı Çağdaş Bilimler Işığında
inceleyen
Üstâd Ahmed Hulûsi, bu konuda şunları söylüyor:
Beyin tarafından üretilen ve sinirler vasıtasıyla bütün vücudu
kaplayan bioelektriğin varlığı gibi, dünyanın da altından
akmakta olan akım kanalları mevcuttur.
Ley hatlarına pozitif akım kanalları, Kara akım hatlarına
da
negatif akım kanalları ismi verilmektedir. İşte bu pozitif
akım
kanallarının en önemlisi, Mekkede bulunan Kâbe-i
Muazzama'nın altı, bunun uzantısı da Arafat Dağının
altıdır.
Çok güçlü pozitif enerji dolayısıyla Harem-i Şerif'te bulunan
insanların
beyinleri olağanüstü şekilde etkilenip aşırı bir
faaliyete girmektedir ki,
bu alan içinde yaptıkları her amel için, normale kıyasla yüz
bin defa
daha fazla sevap kazanmaktadır.
Dolayısıyla, her fiil hatta düşünce (pozitif-negatif), yukarıda
belirlenen orana göre, Ruha sevap veya günah olarak işlenmektedir.
Zira Tahakkuk ve Tasarrufun aynı anda yaşandığı Kâbe'de
insan,
dolayısıyla düşüncelerinden dahi mes'ul oluyor.
Velayet keşfine sahip olan veliler ile, Allahın Zatının
verdiği güç ile
Fetih kemalatını bünyesinde bulunduran velilerin Kâbe konusunda
ilginç müşahedeleri ve görüşleri var.
Ortak görüşü, El-Ibriz isimli eserin yazarı Seyid Abdülaziz El
Debbağ
Hazretleri, (ki zamanın Gavsı olduğu söylenmektedir) Kâbede
göğe yükselmekte olan bir Nur sütunu var, bu Kâbenin
Ruhudur şeklinde dile getirmektedir.
Yani, keşif sahibi olan veliler, Kabenin ruhunun varlığını
müşahede
ederken, Fetih ehli veliler, O ruhu aynen görebiliyor. Keşif ve Fetih
ehli arasındaki fark budur.
İşin ilginç yönü şu: Biz sadece İnsanın Ruhunun
var olduğunu
biliyorduk; ancak Kâbenin bir Ruhunun olabileceğini hiç
düşünmemiştik
Demek ki, İnsanları akın akın
kendisine çeken,
namazın kıblesi konumundaki Kâbe, nitelikleriyle canlı, şuurlu
ve ruhu
olan bir varlık
İlahi!
Gerçekten aklımıza gelmemişti, yoksa putlardan farkı ne
olacaktı
ki!
Anlaşılan, biz İslamı kulaktan dolma, nakilden nakile kabul
ederek
gerçek haliyle anlatılanı dinlememiş, hadi canım sen
de diyerek
kulak arkası etmişiz. Kitabın;
Hâlâ düşünmüyor musunuz? Tefekkür etmiyor musunuz şeklindeki
tüm uyarılarına karşın!
Bu mevzuya açıklık getirecek Ayeti Kerime;
"İnna aradnel emanete allessemavati vel ardı vel cibali fe
ebeyne en yahmilneha ve eşfakne minha ve hamelel insan..
innehu kane zalumen cehula (Azhab/72)
(Biz emaneti göklere arz'a ve dağlara arz ettik onlar bunu
yüklenmekten kaçındılar, endişeye düştüler, insan bunu
yüklendi, hakikat o, çok zalim ve çok cahil oldu)
Yorumu şöyle olmalı;
Allah, bildiğimiz manada bir Tanrı değildir, her noktada
mevcuttur.
Fatır olan Allahın programladığı her şey,
istenilen biçimde varlığını
devam ettirir. Varlığını Allahtan alan her birim; canlı,
şuurlu ve
diridir.
Tasavvuf, bu hususa Allahın zatı her zerrede mevcuttur, hatta
zerre yoktur sadece Onun Zatı vardır şeklinde bir yorum
getirirken,
Kuran, bir başka Ayeti Kerime ile konuyu şu şekilde değerlendiriyor:
Ne yana başını çevirirsen Allah vechini görürsün.
Kuranı tevil ilmi ile, yani batın ciheti ile bilmeyenlerin, Gönül
Kâbesi
ile, taş yığını gibi gördükleri Kâbeyi mukayese
ederek fetvada
bulunmaları, Tanrı ile Allah kelimeleri arasındaki manayı
fark
edememeleri, ayrıca Allah ile sistem ilişkisini okuyamamalarından
kaynaklanmaktadır.