FAİZLE İLGİLİ HÜKÜMLER

Daha önce belirttiğimiz gibi, “riba” aslında, bir borç iş­leminde borç verenin, asıl paranın dışında şarta bağlı olarak borçludan aldığı fazla para veya yarara denir. Buna şer’î te­rim olarak “riba en-nesi” denir. Yani, bir borçla ilgili olarak alınan ve verilen riba. İşte bu Kur’ân-ı Kerim’de haram kılınmıştır. Ümmetin tamamı bunun hürmetinde (ha­ram kılınmasında) ittifak etmiştir. Bu hususta hiçbir şüpheye yer verilmemiştir.

Ancak İslâm şeriatının kuralları arasında şu kural da yer almaktadır: Hangi şey haram kılınıyorsa, ona giden tüm muhtemel yollar kapatılır, hatta başlangıç noktasında engel konulur ki, insanlar yanına bile yaklaşmasın. Rasûlullah صلي الله عليه وسلم bu kuralı ince bir örnekle anlatmıştır. Arapça te­rime göre “himâ”, bir kişinin kendi hayvanlarına ayırmış ol­duğu ve başkalarının hayvanlarının otlanması yasak olan mera veya koruluğa denir. Rasûlullah صلي الله عليه وسلم buyuru­yor ki: “Her hükümdarın bir himâsı olur ve Allah’ın himâsı, O’nun haram kıldığı hudut (sınırlar)un dışına adım atma­larıdır. Himâ’nın (koruluk) çevresinde otlamakta olan bir hayvan için koruluğun içine girmesi ihtimal dışında değil­dir. Aynı şekilde, Allah’ın koruluğunun çevresinde dolaşan bir kişinin de her zaman ayağı kayarak harama bulaşması ihtimali vardır. Onun için helâl ile haram arasındaki bağ­lardan korunmanız gerekmektedir ki, dininiz mahfuz ol­sun.”

İşte bu nedenlerden dolayıdır ki, Allah الله جل جلاله her ya­sak şeyin çevresinde hürmet ve kerahiyyetin koruluğunu inşa etmiş ve yasak işlerin kaynaklarına, yakınlık ve uzaklıklarına göre sert veya yumuşak yasaklar getirmiştir.

 Faiz ile ilgili ilk emir, sadece borç konusunda yapılan faizli alışverişin tamamen haram olduğu şeklinde idi. Nitekim Usame bin Zeyd’in bir hadisine göre Rasûlullah صلي الله عليه وسلم “faiz sadece borçla ilgilidir” buyurmuştur.[1]

Ancak daha sonra Rasûlullah صلي الله عليه وسلم, Allah’ın bu mer’a veya korululuğunun çevresinde bazı güvenlik tedbir­leri almayı gerekli gördü ki, insanlar yanına bile yaklaşmasın. Bunun gibi, faiz yeme ve yedirmenin yanı sıra, faiz belgesini düzenleme ve bununla ilgili tanıklık yapmanın haram oldu­ğuna ilişkin Hz. Peygamber’in صلي الله عليه وسلم   hadisleri de vardır. Ayrıca, “ribâ el fadl”ın hürmetiyle ilgili hadisler de bu türdendir.

Riba’nın Fadl’ın Anlamı

Riba el-Fadl, aynı cins iki malın elden ele alım satımın­dan elde edilen fazlalığa denir. Rasûlullah صلي الله عليه وسلم  bunu haram kılmıştır. Çünkü bununla, hep daha fazla elde etme kapısı açılır ve insanda, faiz yemekle sonuçlanan zihni­yet doğar. Nitekim, Hz. Peygamber, Ebû Said Hudri’nin naklettiği şu hadiste bunun hikmetini şöyle açıklamıştı.

“Bir dirhemi, iki dirheme satmayın, çünkü korkuyo­rum ki, faiz yeme belasına yakalanırsınız.”

Riba el Fadl’le İlgili Emirler

Faizin bu türü ile ilgili olarak Rasûlullah صلي الله عليه وسلم naklolunan emirlerini buraya kelimesi kelimesiyle aktarıyo­ruz:

Ubade bin es-Samit’ten rivayet olunur ki, Rasûlullah صلي الله عليه وسلم şöyle buyurmuştur: “Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, arpa arpa ile, hurma hurma ile ve tuz tuzla öyle değiştirilmelidir ki, tıpa tıp aynı, ta­mamen eşit ve elden ele olsun. Ancak değişik cinste mal­lar değiştiriliyorsa, istediğiniz gibi satın, ama şu şartla ki, alış veriş elden ele olsun (yani peşin olsun).” (Müsned Ahmed, Sahih-i Müslim.)

Aynı hadis, Nesei, İbn Mâce ve Ebû Davud’da yer almıştır ve sonuna şu cümle ek­lenmiştir:

“Ve Rasûlullah صلي الله عليه وسلم bize emretti, Buğdayı arpa ile, arpayı da buğday ile elden ele almak üzere iste­diğiniz gibi değiştirin”.

Ebû Said Hudri’den Rasûlullah Sallallahu aleyhi vesellem صلي الله عليه وسلم  şöyle buyurmuştur: “Altın altınla, gümüş  gümüşle, buğday  buğdayla, arpa  arpa ile, hurma  hurma ile ve tuz  tuzla olduğu gibi ve elden ele mübadele edilmelidir. Kim fazla verdi veya aldıysa, faizli işlem yap­mıştır. Gerek alan gerekse veren her ikisi günahta eşittir.” (Buhari, Ahmed, Müslim).

Bir başka rivâyet şöyledir: “Altını altınla ve gümüşü gümüşle, ağırlıkta aynı, tıpa tıp benzeyen ve eşit olma­dıkça satmayın.” (Ahmed ve Müslim).

Ebû Said Hudri, Rasûlullah صلي الله عليه وسلم  şöyle buyur­duğunu rivâyet etmiştir: “Tıpatıp aynı olmadıkça altını al­tınla satmayın. Tıpatıp aynı olmadıkça kimse kimseye fazla vermesin ve gümüşü gümüşle satmayın. Kimse kim­seye fazla vermesin. Ve gaibi (mevcut olmayanı) mevcut olanla değiştirmeyin.” (Buhari ve Müslim).

Ebû Hureyre’nin rivâyetine Hz. Peygamber صلي الله عليه وسلم  şöyle buyurmuştur: “Hurma hurmayla, buğday buğ­dayla, arpa arpa ile ve tuz tuzla olduğu gibi ve elden ele değiştirilmelidir. Kim fazla verdi veya aldıysa, faizli iş yapmıştır. Ancak şu istisna ile ki, söz konusu malın rengi farklı olursa.” (Müslim).

Said bin Ebi Vakkas’ın hadisine göre Rasûlullah صلي الله عليه وسلم  şu soru sorulduğunda kendisi kulağıyla işitti: “Kuru hurma, taze hurma ile nasıl değiştirilmelidir?”: Rasû-lullahصلي الله عليه وسلم  dedi ki: “Taze hurma kuruduktan sonra miktar olarak azalır mı azalmaz mı?” Soru soran “evet” diye cevap verdi. Bunun üzerine Rasûlullah صلي الله عليه وسلم  böyle bir değişimi yasakladı. (Malik, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai ve İbn Mâce)

Ebû Said (el-Hudri) diyor ki: “Bize ücret olarak genel­likle karışık hurmalar verilirdi ve biz iki kile karışık hurma verip bir kile iyi ve temiz hurma alırdık.” Rasûlullah صلي عليه الله وسلم  şöyle dedi: “Ne iki kileyi bir kile, ne de iki dirhemi bir dirhem ile değiştirin” (Buharî).

“Ebû Said (el-Hudri) ve Ebû Hureyre’nin rivayetine göre Rasûlullah صلي الله عليه وسلم  bir kişiyi vergi tahsildarı olarak Hayber’e atadı. O kişi oradan vergi olarak iyi kali­teli hurma getirdi. Hz Peygamber صلي الله عليه وسلم; kendisine Hayber’de hurmaların hepsinin aynı şekilde olup olmadı­ğını sordu. O kişi: “Hayır, Ya Rasûlullah, biz karışık hur­maları alıyoruz ve onları bazen iki kileye karşı bir kile ve bazen üç kileye karşı iki kile hesabıyla iyi hurmalar alı­yoruz” dedi. Bunu işitince Hz. Peygamber صلي الله عليه وسلم  böyle yapılmamasını istedi ve “Önce bu karışık hurmaları dirhem karşılığı satın, daha sonra iyi cins hurmaları dir­hemler karşılığı satın alın.” dedi. Rasûlullah صلي الله عليه وسلم  aynı ifadeyi, ağırlık ve tartı hesabıyla yapılan alışverişler için de kullandı.” (Buhari ve Müslim).

Ebu Said el-Hudri diyor ki, bir defasında Hz. Bilâl, Rasûlullah صلي الله عليه وسلم‘in huzuruna Berni (en iyi cins) hur­mayla geldi. Rasûlullahصلي الله عليه وسلم  bunları nereden getirdi­ğini sordu. Dedi ki, “Bizde kötü kalite hurma vardı. Ben iki kile hurma verip bir kile hurma aldım.” Rasûlullah صلي الله عليه وسلم buyurdu: “Eyvah, kesin faiz, kesin faiz. Bunu aslâ yapma. İyi kalite hurma satın almak istiyorsan, kendi hurmalarını sat. Daha sonra, o para ile iyi kaliteli hurmaları al.” (Buhari ve Muslim)

Fudale bin Ubeyd şöyle diyor : “Ben Hayber savaşı sı­rasında 12 dinara kıymetli taşlı bir kolye satın aldım. Sonra kolyeyi bozdum ve taşları altından ayırdım. Baktım, 12 dinar’dan[2] daha çok altın vardır. Bunu Hz Peygambare صلي الله عليه وسلم anlattım, kendisi dedi ki, Bundan böyle taşlı bir takı, altın ve taş ayrılmadan satılmasın.” (Muslim, Nesei, Ebû Davud ve Tirmizi ).

“Ebû Bekra’nın rivayetine göre Rasûlullah صلي الله عليه وسلم şöyle buyurmuştur: “Eşitlik olmadıkça, gümüş gü­müşle, ve altım altınla değiştirilmesin.” Ayrıca, kendisi şöyle buyurdu: “Gümüşü altınla ve altını gümüşle istediği­niz gibi değiştirin.” (Buhari ve Müslim ).


Yukarıdaki Emirlerin Anlamı

Yukarıdaki hadislerin söz ve anlamları ile bu hadislerin buyrulduğu şartlar göz önünde bulundurulduğu takdirde aşağıdaki emir, ilke ve kuralların meydana çıktığı görülür:

Şurası bir gerçektir ki, aynı türden iki şey veya malın de­ğiştirilmesi ihtiyacı, ancak eşya ve malların aynı cinsten ol­malarına rağmen değişik nitelikte oldukları zaman duyulur. Örneğin, aynı tür pirinç ve buğday bir kategoriye girerken, ikinci kategoriye kaliteli ve kalitesiz altın, yahut madeni tuz ile deniz tuzu v.s. giriyor. Bu değişik kalitedeki aynı cins eşyanın değiş tokuşu, rayiç fiyata göre olsa bile, miktarları farklı ol­duğu için faiz yiyicilik ve haksız kazançla sonuçlanacak zihni­yeti doğurmaktadır. Bu nedenle, şeriat, aynı cins eşyanın mübadelesinin gerekli olduğu zaman aşağıdaki iki şıktan birine mutlaka uyulmasına ilişkin kuralı getirmiştir: Birincisi, aralarındaki ufak tefek değer ve fiyat farkı bir yana bırakılıp eşit bir şekilde mübadele yapılsın. İkincisi, bir malın başka bir malla değiştirilmesi yerine bir kişi kendi malını para ile rayiç fiyata göre satsın ve öteki kişiden malını rayiç fiyata göre satın alsın.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, eski çağlarda tüm paralar al­tın veya gümüşten olup gerçek değerleri zaten oluştukları altın ve gümüş kadar olurdu. O zamanlarda dirhemin dir­hemle ve dinarın dinarla değiştirilmesi, örneğin, bir kişinin Irak dirheminin yerine Rum dinarı veya Rum dinarı yerine İran dinarını değiştirme gereğini duyduğu zaman gereki­yordu. Bu gibi ihtiyaçlarda Yahudi tefeciler ve diğer haksız kazanç elde edenler, günümüzde yabancı dövizlerin alım sa­tımı sırasında kur farkı gibi veya yurtiçinde bozuk para almak için tefecilere kağıt parası verenlerin üç beş kuruş para ver­diği gibi haksız kazanç elde ederlerdi. Bu şey de, faiz yiyicilik zihniyetine zemin hazırladığı için Hazreti Peygamberصلي الله عليه وسلم  altının altınla ve gümüşün gümüşle farklı ağırlık veya değerlerle değiştirilmesini yasakladığı gibi bir dirhemin iki dirheme satılmasına da karşı hükümler getirdi.

Aynı cins eşyanın mübadelesinin bir başka şekli şudur: Bir kişide bir şey ham şekliyle bulunurken ötekinde aynı cins mamûl eşya vardır ve ikisi bunları değiştirmek isteyebilir. Bu durumda, imalatın o şeyin niteliğini tamamen değiştirip de­ğiştirmediğine veya ilk ham şeklinin fazla değiştirip değişti­rilmediğine bakılacaktır. İlk durumda mübadele az veya çok ölçülere göre yapılabilir. İkinci durumda ise Şeriatın hükmü bellidir: Yani, ham şeklinde fazla bir değişiklik olmamışsa, o iki şey arasında mübadele hiç yapılmamalıdır; yok eğer mü­badele ille gerekiyorsa, eşitlik ilkesine göre olmalıdır ki, fazla yeme alışkanlığına imkan verilmesin. Örneğin, pamuktan kumaş ve demirden motor yapılması gibi temel değişiklikler ve altından bilezik yahut halhal yapılması gibi hafif değişik­likler. İlk durumda eğer biz çok miktarda pamuk verip az miktarda kumaş ve epeyce ham demir verip az ağırlıklı bir motor alsak herhangi bir sakıncası yoktur. Ancak ikinci du­rumda altın bilezik veya halhal’ın ağırlığı verilen altın kadar olmalıdır,[3]daha sonra, altın piyasada satılıp aynı değerde bilezik veya halhal alınmalıdır.

Değişik cinsteki eşyanın mübadelesi azlık veya çoklukla yapılabilir; ama şu şartla ki, muamele elden ele olsun. Bu şartın nedeni şudur: Elden ele yapılan alışveriş ister istemez rayiç fiyata göre olacaktır. Örneğin, gümüş verip altın alacak olan kişi, nakit muamele yüzünden altına karşılık ancak pi­yasa fiyatına göre gümüş verecektir. Ne var ki, borç halinde azlık ve çokluk işi, buna faizin karışma endişesinden yoksun olmuyor. Örneğin, bugün 80 gram gümüş verip bir ay sonra bu gümüş yerine 2 gram altın alacağını karara bağlayan bir kişinin, bir ay sonra 40 gram gümüşün bir gram altına eşit olacağını bilmenin herhangi bir yolu yoktur. Dolayısıyla, onun gümüşle altının değiştirilmesine ilişkin yapmış olduğu peşin anlaşma aslında, bir çeşit faiz yiyici ve kumarbazca bir zihniyetin sonucu olup borç almak isteyen eğer bunu kabul etmişse, o da kumar oynamıştır. Şöyle ki, belki de kendisi bir ay sonra altın ile gümüşün oranının 1’e:40 yerine 1’e:35 olabileceğini hesaplamaktadır. Bu nedenle Şari’ değişik cinsteki eşyanın değişik orandaki mübadelenin ancak elden ele olabileceğine ilişkin kuralı getirmiştir. Geriye borç kalıyor ki, bu mutlaka bu iki türde olmalıdır: Ya borç verilen para veya mal aynı miktarda geri alınmalı, ya da işlem herhangi bir gıda maddesi veya malın kendi cinsleriyle değişimi yerine para olarak yapılmalıdır. Örneğin, bugün Zeyd, Bekr’den 8 milyon Lira yahut 8 milyon Lira değerinde buğday borç aldı ve bir ay sonra Bekr’e 8 milyon Lira yahut 8 milyon Lira de­ğerinde arpa geri verecektir. Bu kural Ebû Davud’un şu riva­yetinde açık açık ifade edilmiştir:

“Gümüş fazla olmak üzere altın karşılığında elden ele satılmasında; arpa fazla olmak üzere buğday karşılığında elden ele satılmasında bir mahzur yoktur. Borca veya ve­resiyeye gelince, bunlar caiz değildir.”

Hz. Ömer’in Sözleri

Hazreti Peygamberصلي الله عليه وسلم  bu emirleri az ve öz olup sorunun tüm yönlerini açıkça ortaya koymamaktadır. Nitekim, bazı küçük ayrıntılar vardır ki, onların riba tanımına girip girmediği konusunda bazı kuşkular devam edebilir. İşte bu noktaya Hz. Ömer şu şekilde temas etmiştir:

“Riba ile ilgili âyet, Kur’ân’ın en son inen âyetleri ara­sında yer almaktadır ve Hz. Nebi-yi Kerimصلي الله عليه وسلم  bunun çeşitli hükümlerini açıklamadan vefat etmişlerdir. Onun için, siz hem kesinlikle faiz olan şeyleri bırakın, hem de faiz şüphesini taşıyanları da.”

Fakihler Arasındaki Görüş Ayrılığı

Emirlerin kısa ve özlü olmasından dolayıdır ki, ümmetin fakihleri arasında hangi malların faizli sayılıp sayılmayacağı, hangilerinin haram olduğu ve hürmetin ayrıntıları konusunda görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır.

Fakihlerin bir grubu, ribanın sadece Hazreti Peygam­berصلي الله عليه وسلم  saydığı şu altı cins gıda maddesi ve eş­yada bulunduğuna inanıyor: Altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuz. Bunların dışındaki gıda maddesi ve ürünlerle eşyada faiz şüphesi yoktur ve bunlar serbestçe alınıp satılabi­lir. Bu görüşteki fakihler Katâde, Tâvus, Osman el-Bettiy ve İbn Akîl El-Hanbeli’dir.

İkinci grup diyor ki, faizle ilgili hüküm ölçü ve tartıyla alı­nıp satılan tüm mallar için geçerlidir. Ammar ve İmam Ebû Hanefi bu görüştedir. Ve bir rivayete göre İmam Ahmed bin Hanbel de aynı görüştedir.

Üçüncü gruba göre faizle ilgili hüküm altın, gümüş ve ölçü ve tartıyla alınıp satılan gıda maddeleri içindir. Said ibn el-Museyyeb bu görüştedir. Ve bir rivayete göre İmam Şafiî ve İmam Ahmed de aynı görüşü paylaşmaktadır.

Dördüncü grup fakihler diyor ki, bu emir gıda olarak kullanılan ve depolanan eşyaya mahsustur. İmam Mâlik’in görüşü budur.

Dirhem ve dinar ile ilgili İmam Ebû Hanife ve İmam Ahmed’in görüşü şudur: Bunlardaki tahrim illeti ağırlıklarıdır. Ancak Şafiî ve Malik ve bir rivayete göre İmam Ahmed’e göre tahrim illetleri fiyat veya değerdir.

Mezhepler arasındaki bu görüş ayrılığı nedeniyle küçük muamelelerde tahrim hükmünün uygulanması da değişi­verdi. Bir şey bir mezhepte hiç faizli kabul edilmezken başka bir mezhebe göre faizli bir maldır. Bir mezhepte bir şeyde tahrim illeti başka, başkasında ise yine başkadır. Bu nedenle, bazı işlemler bir mezhebe göre faiz kapsamının için girerken başka bir mezhepte girmemektedir. Ne var ki, bu görüş ayrı­lığı, kitap ve Sünnet’in açık emirlerine göre kesin olarak faiz kapsamının altında olan şeyler konusunda değildir, aksine bunlar “müştebihât” yani şüpheli olan şeylerle ilgilidir, ve helâl ile haram arasındaki sınır üzerinde bulunan maddeler, mallar ve hizmetlerle ilgilidir. Şimdi eğer bir kişi bu tartışmalı sorunları hüccet yapıp bu konularda şeriatın emirlerini şüp­heli hale sokmaya çalışanlar doğru yoldan sapanlardır. Hak­larında nass-ı sahih varid olan emirlerle ilgili bir takım kuş­kular yaratanlar ve bu şekilde bazı hileli yollar ve kaçamak yöntemler arayanlar ve daha sonra bu kaçak yollardan geçip Ümmeti kapitalist yollarda yürümeye teşvik edenler, niyetleri ne olursa olsun, aslında kitap ve sünneti bırakıp zan ve tah­mine uyup hem kendileri doğru yoldan sapanlardır hem de başkalarını saptıranlardır.

Hayvan Alışverişinde “Tef adıl”

Bu hususta hemcins eşyanın mübadelesinde “tef adıl”ın yasaklanmasına ilişkin verilen emirden hayvanların müstesna olduğunu belirtmeliyiz. Benzeri cinsteki hayvanların alışveri­şinin tef adıl ile yapılabileceğini bizzat Hz. Peygamberصلي الله عليه وسلم  fiilen göstermiş ve sahabeler de böyle yapmışlardır. Bunun nedeni bir hayvan ile başka bir hayvan arasında fiyat ve değer açısından büyük farkların bulunmasıdır. Örneğin, sıradan bir at ile yarışta kullanılan saf cins at, yahut alelâde bir köpek ile çok iyi cins bir köpek. Bunların fiyatı öylesine fark ediyor ki, aynı cinsteki çok iyi yetiştirilmiş ve bakılmış bir hayvan aynı cinsteki 100 hayvanla değiştirilebilir.

 

 


 



[1]    Hz. Abdullah bin Abbas başta bu hadise dayanarak faizin sadece borç konu­sunda söz konusu olduğuna elden ele yapılan alışverişte söz konusu ol­madığına dair fetva vermişti. Ne var ki, daha sonra mükerrer hadislerle, Hz. Peygamber’in nakit işlerde de tefadülü yasakladığını öğrenince bu gö­rüşünden vazgeçti. Hz. Câbir’in bir rivayetine göre ”Hz. Abdullah bin Abbas daha sonra “riba el-fadl” ve mut’ayla ilgili eski fetvası üzerine tövbe istiğfar etti ve şiddetle “riba el-fadl”a karşı çıkmaya başladı.

[2]    Şurası unutulmamalı ki, o devirde dirhem ve dinar halis gümüş ve altından olup değerleri, ağırlıklarıyla eşit olurdu dolayısıyla, o zamanlarda dinara karşılık altın ve dirheme karşılık gümüş almak bir kişinin altına karşılık altın ve gümüşe karşılık gümüş aldığı anlamına gelirdi.

[3]    Burada kimse şu kuşkuya kapılmasın ki, “Böylece kuyumcuların bir işi kal­mayacaktır, çünkü onun altından yapılmış eşyayı aynı ağırlıktaki altınla satması gerekecektir ve kendi sanatı ve işçiliğinin herhangi bir bedelini alamayacaktır”. Bu kuşku şu nedenle yanlıştır ki, biz kuyumcuyla mal mübadelesi yapmıyor, aksine altın verip istediğimiz mücevheri yaptırı­yoruz. Dolayısıyla, kuyumcu bir terzi veya ekmekçi gibi para olarak ücretini alabiliyor.