FİRASET
1- Ebu Saîd el-Hudrî
radıyallahu anh, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in şöyle buyurduğunu
rivayet etti:
- Mü'minin ferâsetinden sakınınız. Çünkü o
Allah'ın nûru ile bakar. Sonra “İşte bunda düşünen ferâsetli kişiler için
ibretler vardır” ayetini okudu.
İZAHI:Ferâset: Anlamak ve bilmek manalarına gelir. Ferâset, kâlb gözüyle
görülen eşyanın hakikatini, aklın idrak etmesidir. İlm-i hikmet, ince anlayış,
derin tefekkür, basîret, yaratılıştaki idrak ve kabiliyet, sezgi ve tecrübe ilk
bakışta muhatabı tanımaya vesile olur.
Enes
bin Malik'ten rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem “Allah azze ve celle'nin öyle kulları vardır ki insanları ferâsetleri
ile tanırlar” (Kurtubi) buyurmuştur.
İman
ve hikmet ile nurlanan, âmâli sâliha ile tahkim edilen, niyyet-i hâlisa ve
takva ile sıdk makamına ulaşıp, nefsin tasallutundan kurtulan, ruh, kâlb ve
akıl, kişinin fikir ve görüşünü netleştirir, düşüncesini berraklaştırır ve
meseleye vukûfiyetini ve doğru teşhisini gerçekleştirir. Kâlb ilahî ilhamlara
teşne olur. Ruh bedenin kesafetinden kurtulur. Akıl doğru düşünme melekesini
kazanır. Böylece kâlb, dünyanın yaramaz ve faydasız işlerinden, masiyetin kir
ve bulanıklığından ve her türlü havatırdan te-mizlenip tecelliyat-ı ilâhiyeye
mazhar olur. Akıl, hayır ile şerri, iyi ile kötüyü tefrikin de ötesinde iki
hayır birleştiği zaman, hangisinin daha hayırlı olduğunu farkedecek dereceye
yükselir.
Cafer-i
Sadık, Numan bin Sabit (İmam-ı Azam) yanında talebe iken O'na: -Akıl nedir? diye sormuş, O
da; -Hayır ile şerri ayırt eden
melekedir, demiş. Cafer-i Sadık; -O'nu atlar bile temyiz eder.
Sahibi, atın yanına gelirken kendisine ot mu getiriyor, yoksa kırbaç mı vuracak
bilir. Numan bu cevap karşısında
şaşırır. Bunun üzerine Cafer-i Sadık: -Akıl, iki mühim hayır zuhur
ettiği zaman, hangisinin daha hayırlı olduğunu temyiz eden melekedir, buyurur.
Hz.Ömer radıyallahu anh:
“Sual soran adamın, sualinden onun seviye-i akliyesini anlarım” demiştir.
Bir
kişi Abdullah ibni Abbas’a, “Aklın başı nedir?” diye sordu. O şöyle cevap
verdi: “Kendisine zulmedeni affetmek, kendisinden altta olanlara tevazu
göstermek, önce düşünüp sonra konuşmaktır.” Mevlâna, Mesnevi'de “Çok zeki
ve ferâsetli olan zehiri görür görmez tanır. Diğeri ise dudağına ve dişine
dokundurunca anlar” demektedir. Bir topluluk çarşıdan
geçiyordu. İçlerinden biri bir kadına baktı. Sonra Hz. Osman radıyallahu anh'ın
huzuruna çıktılar. Hz. Osman radıyallahu anh: “Sizden biri gözünde zina eseri olarak
huzuruma girdi” de-yince O zat: “Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellemden sonra vahiy mi?” dedi. Hz.Osman radıyallahu anh: “Hayır. Fakat bürhan, ferâset
ve sıdk vardır” diye cevap verdi. Abdullah ibn-i Abbas
radıyallahu anh:“Herhangi bir kişi bana sual sorunca, fakih mi veya fakih değil
mi bilirim” derdi. Bunlar üstün ferâset örnekleridir. Ferâsetin zıddı bönlük ve
anlayışsızlıktır. Kişi kendi nefsi ile başbaşa kalır, ilahî emir ve nehiyler
karşısında duyarsız, hikmet ve şeriat ilimlerinden behresiz olursa, onun
ferâset ve basîreti körlenir, insanları gerçek çehresi ile tanıyamaz,
hâdiselere doğru teşhis koyamaz. Dost ve düşmanı ayırt edemez. İyilik edeyim
derken kötülük eder, faydalı olayım derken zararlı olur. Bönlük ve anlayışsızlıktan
kurtulmanın ilacı, ilim ve hikmet tahsil edip gereğince amel etmektir. «Allah
dilediğine hikmet verir. Kime hikmet verilirse ona pek çok hayır ve üstünlük
verilmiştir. Gerçekleri ancak akıl sahipleri anlar.» (Bakara: 269) İmam-ı Azam, talebesi Ebu
Yusuf'a: «Sen anlayışsız bön bir kimse idin. Fakat tahsile devamın seni bu
durumdan kurtardı» demiştir. Günümüz müslümanlarının büyük
bir çoğunluğu tağutî düzenlerin şirk, küfür ve masiyet pisliğinde kirlenmiş, basiretleri
körlenmiş, idrak ve ferâsetleri kararmış, dolayısıyla dosta düşman, düşmana
dost, hakka ve hayra mâni, batıl ve şerre yardımcı ve daha acısı işledikleri bu
masiyetlerinden habersiz bulunmaktadırlar. Müslümanların bu durumdan
kurtulması için, İmam-ı Azam hazretlerinin işaret buyurduğu gibi, şeriat ve
hikmet ilimlerini tahsil etmek. «Dar'ul Erkam eğitimleri» ile müslümanların
kâlb ve kafalarının aydınlanmasını sağlamak ve bunun için bütün imkânları
seferber etmek lazımdır. Hadis-i şerifte Rasûlullah
sallallahu aleyhi ve sellemin okuduğu ayet Hicr Sûresi'nin yetmişbeşinci
ayetidir. Ayette geçen «mütevessimin»i, İbn-i Abbas; «nâzirîn», Mukatil;
«mütefekkirîn», Mücahid ise «müteferrisîn» şeklinde tefsir etmişlerdir.
|