KÂMİL MÜMİNİN ALÂMETİ

 

 

11- Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin hizmetçisi Enes radıyallahu anhden rivayete göre Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

- Sizden herbiriniz kendi nefsi için istediğini, mü'min kardeşi için de istemedikçe kâmil mü'min olamaz.

İZAHI: Müslüman müslümanın kardeşidir. "Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz." (Hucurat: 10) Kişi, din kardeşinin iyiliğini dünya ve ukbada âfiyet ve selâmetini ister. Kendi nefsi için arzu ettiği bütün iyiliklerin bir mislini ve hatta daha fazlasını din kardeşi için de arzu eder. Kendisi için kötü gördüğü, arzu etmediği şeyleri din kardeşi için de kötü görüp, asla arzu etmez. İşte mü'minin bu hâli onun imanının kemâlatındandır. İmanı kemâle ulaşmış bir müslüman artık sevdiğini Allah için sever, buğzettiğine de Allah için buğzeder. Avamın sevgisi, sevdiğinin ikram ve ihsanına göredir. Yani karşı taraf ikramını çoğaltırsa onun sevgisi ziyadeleşir, ikramını azaltırsa onun da sevgisi azalır. İmanı kemâle ermiş seçkin müslümanlar ise böyle değildir. Onlar bir müslümanı, ondaki üstün ahlâk, takva, ihlas ve kemâlatı sebebi ile Allah için severler. Bu sevgi dünyevî maksatlarla olmayıp, yalnız Allah için olduğundan, o sevilen kişiler ikram etse de, etmese de muhabbetlerinde asla bir değişme olmaz. İşte hakiki muhabbet budur. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: «Üç şey vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kimse imanın tadını bulur.

1- Bir kimseye Allah ve Rasûlü, başkalarından daha sevgili olmak.

2- Bir kimse sevdiğini yalnız Allah için sevmek.

3- Bir kimseyi Allah küfürden kurtardıktan sonra, tekrar küfre dönmekten ateşe atılmaktan tiksindiği gibi tiksinmek.» (Müslim)

İmam Nevevî: «Bu hadis-i şerif İslâm'ın esas kaidelerinden büyük bir kaidedir» demiş. Bedreddin Aynî de «Nasıl büyük bir kaide olmasın ki, bu hadiste imanın aslını hatta aynını teşkil eden Allah ve Rasûlullah sevgisi vardır» demektedir.

Kulun Allah’ı sevmesi, onun bütün emirlerine uyup, nehyettiklerinden kaçınmasıdır. Allah'ın kulu sevmesi ise, Allah'ın kuluna rahmeti ve ondan razı olmasıdır. Rasûlullah'ı sevme de, onun getirdiği şeriata uymak ve sünnetine ittiba etmektir. Görülüyor ki, imanın tadı Allah  ve Rasûlüne muhabbet ve amellerin yalnız Allah için yapılması, küfür ve bütün kötülüklerden tiksinmek ve uzaklaşmakla duyuluyor ve iman kemâle eriyor.

Birbirlerini yalnız Allah rızası için seven ve din kardeşliğini kan kardeşliğinden üstün tutan müslümanlar, her zaman birbirlerinin iyiliğini arzu eder, din kardeşlerinin nail olduğu hayır ve iyiliklere, sanki kendisi nail olmuş gibi sevinir. Din kardeşinin uğradığı bir musibet için de, o musibet kendisine isabet etmiş gibi üzülür. Din kardeşinin iyilik ve âfiyetini sadece dualarında istemekle kalmaz. Fiiliyatta da bunu ispat eder.

«Daha  önce Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri se-verler ve onlara verilenler karşısında içlerinde bir kaygı duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile, onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir» (Haşr: 9)

Müslümanın din kardeşine, emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker yapması, ona hayır nasihatta bulunması ve ahiret amelle-rine teşvik edip, nefis, şeytan, dünya ve şerir insanların kötülük ve zararlarından sakındırması da, onun için iyilik ve hayır arzu etmesidir. Ve bu din kardeşine olan muhabbetinden mâdudtur.

Kardeşlik bağları zayıflamış ve hatta kopmuş gönüllerinden muhabbet ve merhamet silinmiş, ahlâken düşük, imanen zayıf kişiler ise, müslümanın uğradığı belâ ve musîbete sevinir, bundan bir nevi haz duyar. Onun nail olduğu iyilik ve hayra ise, hasetinden üzülür, gam ve kedere boğulur, o nimetin elinden gitmesini arzular. Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sel-lem şöyle buyuruyor:

«Müslüman kardeşin hakkında şamata (ona musibet dokununca sevinç) izhar etme. Sonra Allah Teâlâ ona âfiyet bahşeder de seni musibetle imtihan eder.» (Tirmizi)

 

www.cileweb.net