HİCRET VE CİHAD
17- Abdullah ibn Abbas
radıyallahu anhüma Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu
rivayet etti. - (Mekke) fethinden sonra hicret yoktur.
Lakin cihad ve niyyet vardır. Cihada çıkmanız (devlet reisince) istendiği zaman
cihada çıkınız.
İZAHI: Hicret Allah rızası için, din uğrunda kendi yurdunu terkederek bir
İslâm beldesine göç etmektir. Mekkeli müslümanlar için Mekke fethine kadar,
Medine'ye hicret farzdı. Mekke fethedilince bu farziyet kalktı. Mevzûmuz olan
hadis-i şerifte bu hususa işaret etmektedir. Hicretin farz kılınması,
müslümanların Medine'de toplanarak güçlenmesi ve böylece düşmanların
saldırılarına karşı İslâm'ı müdafaa etmeleri, bir de müslümanların dinlerini
muhafaza edip, imanlarının gereğini yerine getirebilmeleri sebebine istinad ediyordu. Çünkü Mekke müşriklerinin
zulüm ve işkenceleri had safhaya ulaşmıştı. Gücü yeten bütün müslümanlar akın
akın Medine'ye hicret ettiler. Hatta, hasta, ihtiyar ve hicret imkanı olmayan
muhtaçlar (ki bunlara hicret farz değildi) bile hicret için can atıyorlar ve
fırsat gözlüyorlardı. Cündeb ibni Amre çok yaşlı ve hasta bir zattı.
Çocuklarına kendisini bir sal üzerine koyarak omuzlarına alıp Medine'ye
götürmelerini söyledi. Çocukları babalarını omuzlayıp Mekke dışında bir mahâl
olan Ten'im'e kadar götürdüler. Ten'im'de ölüm işaretleri belirince sağ elini,
sol eli üzerine koyarak: «Ey Rabbim! Şu elim senin, diğer elim de Rasûlün
içindir. Rasûlün neye beyat ettiyse ben de onun beyat ettiği ahkâma beyat
ettim» dedi ve vefat etti. Bunun üzerine: «Allah yolunda hicret eden kimse
gidecek çok yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve Rasûlü uğrunda HİCRET EDEREK
evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükafatı Allah'a
düşer. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.» (Nisa: 100) ayeti nazil oldu.
Şu ayet-i kerime de, Allah yolunda hicret edenlerin üstün derecelerine ve
faziletlerine işaret etmektedir: «İman
edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenler
rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte
onlardır.» (Tevbe: 20) Mekke fethinden sonra,
farziyetin kalkması, hicretin tamamen nesh edildiği manasına gelmez. Hicretin
şartları avdet ederse, hicret vecibesi de avdet eder. Meselâ, dar'ul harbde ve
İslâm'ı yaşama imkanı olmayan bir yerde bulunan müslümana, dinini muhafaza
edebileceği ve İslâm'ı yaşayabileceği bir İslâm beldesine hicret etmesi
gerekir. Keza, düşmanlardan korunmak, kâfirlerle cihad etmek ve müslümanların
güçlenmesi için bir beldede toplanmaları gerekiyorsa, o beldeye hicret etmek de
vacip olur. Allah yolunda cihad ve İslâm
için hayırlı hizmetlerde bulunmaya ve gerekirse hicret, cihad ve hatta şehadete
hazır olmaya niyyet etmek ise, müslüman için her zaman ve her şartta yapması
gereken vazifeleri cümlesindendir. Cihad, lügatta, meşakkat,
elden gelen güç ve kuvveti sarfetmek demektir. Şeriatta ise: Allah adını
yüceltmek ve İslâm'ı hâkim kılmak için, İslâm düşmanları ile savaşmaktır.
Düşmanın tasallutu, müslümanlardan bir kısmı tarafından defedilirse cihad
farz-ı kifaye, defedilemez ise farz-ı ayın olur. Cihad farz-ı ayın olunca da, evlat
babasından, kadın kocasından, borçlu alacaklısından izin almadan cihada
çıkabilir. Aksi takdirde yani cihad farz-ı kifaye olunca izin almaları gerekir.
Ayrıca mevzûmuz olan hadis-i şerifte «Devlet reisi cihada çıkmanızı istediği
zaman cihada çıkınız.» ifadesinde de açıkça belirtildiği gibi, şayet devlet
reisi bütün müslümanları cihada davet ederse, o zaman da cihada çıkmak farz-ı
ayn olur. «Ey peygamber! Kâfirlere ve
münafıklara karşı cihad et. Onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer
cehennemdir. Orası kötü bir varış yeridir.» (Tevbe: 73) Müslümanlar cihada
çıkamaz ve cihad imkanı bulamazsa, Allah yolunda cihada hâlisane niyyet
etmelidirler. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sel-lem: «Kim gaza ve cihad
etmeksizin ve kendi kendine "Keşke ben de mücahidlerden olsaydım"
demeksizin vefat ederse münafıklıktan bir şube üzerine ölmüş olur» buyurmuştur.
(Müslim) Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem «Mü'minin niyyeti amelinden
hayırlıdır» buyurarak gücü yettiğinde muhakkak yapacağı hâlis niyyetin yüksek
derecesine işaret buyurmuştur. Hatta müslüman sadece hicret, cihad ve benzeri
hayırlı amellerle beraber Allah'tan şehit olmayı da istemelidir. Çünkü şehâdet
peygamberlikten sonra en büyük rütbedir. «Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü
sanmayın. Bilakis onlar diridirler. Allah'ın lütuf ve kereminden kendilerine
verdikleri ile sevinçli bir hâlde Rab’leri yanında rızıklara mazhar
olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehid
kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini
duymaktadırlar.» (Al-i imran: 169-170) Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem de şöyle buyurmaktadır. «Allah katında, şehid için altı haslet
vardır: Dökülen ilk kanı ile beraber günahları bağışlanır. Cennetteki mevkii
kendine gösterilir. Kabir azabından korunur. En büyük korkudan emin olur,
kendisine iman elbisesi giydirilir, huriliyn (denilen cennet hurileri) ile
evlendirilir ve akrabalarından yetmiş müslüman hakkında şefaat etmesi kabul
olunur.» (İbn-i Mace) Deniz şehidi, kara şehidinden
daha faziletlidir. Nitekim Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu hususa şu
hadis-i şerifle işaret buyurmaktadır: «Deniz şehidi, (sevap
bakımından) iki kara şehidinin mislidir. Ve deniz savaşında başı dönen gazi,
kara savaşında kanı içinde kıvranan kimse gibidir. Denizin iki dalgası
arasındaki mesafe(yi kateden gazi) de, Allah'a ibadet yolunda, dünyayı bir
baştan bir başa kateden kimse gibidir. Şüphesiz Allah (azze ve celle) ruhları
almak görevini ölüm meleği Azrail’e vermiştir. Ancak deniz şehidini bu hükmün
dışında tutmuştur. Çünkü deniz şehidinin ruhlarını bizzat Allah alır ve Allah,
kara şehidinin borçları hariç bütün günahlarını bağışlar. Deniz şehidinin ise
bütün günahları ile beraber borçlarını da bağışlar.» (İbn-i Mace) |