HİDAYETE DAVET DALÂLETE DAVET
25- Ebu Hureyre radıyallahu
anh Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin şöyle buyurduğunu söyledi: - Hidayete, hakka davet eden kimse için,
hakka tâbi olanların ecirleri mislince ecir vardır. Tâbi olanların ecrinden de
hiçbir şey eksilmez. Dalâlete davet eden kimse için de, dalâlete tâbi olanların
günahları mislince günah vardır. Tâbi olanların günahlarından da hiçbir şey
eksilmez.»
İZAHI:
İnsanları İslâm'a davet etmek, onların Kur'an hakikatları ile tanışmasına
vesile olacak tebliğatta bulunmak, İslâm'ı bilen her müslümanın yapması gereken
çok mühim bir vazifedir. Bu ulvî vazifeyi büyük bir ihlas ve samimiyetle yerine
getirenler için ise, sayılamıyacak derecede ecir ve mükâfat vardır. Hadis-i şerif
bu müjdeyi vermektedir. Sapıklığa ve kötülüğe çağırmak ve öncülük etmek ise
dünya ve ukbada mahrumiyete ve azaba düçar olmaktır ve gazab-ı ilahiyeyi
celbetmeye vesiledir. Zamanımızda şer cephesi, her
türlü vasıtayı kullanarak, insanlarımızı ve özellikle gençliği dalalet ve
sapıklığa çağırmakta, teşvik etmekte ve onları İslâm'dan uzaklaştırmak, Kur'an
nurundan mahrum bırakmak için bütün imkanlarını seferber ederek, küfür, şirk ve
nifak ateşini körüklemekte ve İslâm binasını yakıp yok etmek için durmadan,
dinlenmeden çalışmaktadır. Bu durumda, biz müslümanlara büyük sorumluluklar
düşmektedir. Bu sorumluluğumuzu yerine getirebilmenin ilk şartı, İslâm'ı bilen,
yaşayan ve davet metoduna vâkıf gerçek davetçiler yetiştirmektir. Davetçi,
İslâm edep ve ahlâkının canlı bir örneğini sergilemeli ve bir ilim adamında ve
bir mürebbîde bulunması gereken ihlas, takva, ilim, hilim ve mes'uliyet şuuru
ile muttasıf olmalıdır. Çünkü ihlasla yapılmayan, takva ile yaşanılmayan,
esasları bilinmeyen, yumuşaklıkla tebliğ edilmeyen ve mes'uliyet şuuruna
ulaşılmayan bir davet istenilen neticeyi vermediği gibi, telâfisi çok güç, kötü
sonuçlar da doğurabilir. Din şu üç temel üzerine
kurulmuştur: 1- İman 2- İslâm 3- İhsan İman kâlb işidir ve bu
hususta kâlb itminan noktasına ulaşmalıdır. İslâm, imanımızın gereği olan,
ahkam-ı ilahiyeyi, ahlâk-ı Muhammediye'yi vücud ikliminde ve aktar-ı âlemde
hâkim kılmak ve kulluğumuzu takva derecesine yükseltmektir. İhsan ise kalbin
itminanı ve kulluğun takvası neticesinde ulaşılan doruk noktadır. Yani hayatı
kapsayan bütün işlerde Allah'ı görür gibi hareket etmektir. Bu hâl ise: «Nerede
olursanız olunuz o sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görür.» (Hadid: 4) «Andolsun insanı biz yarattık
ve nefsinin kendine fısıldadıklarını biliriz. Biz ona şah damarından daha
yakınız.» (Kaf: 16) «Allah onları (mü'minleri)
sever, onlar da Allah'ı sever» (Maide: 54) ayet-i kerimelerinde işaret edilen
yakîn derecesine ulaşılarak, nefsin karanlığından kurtulup, vahyin aydınlığında
Rabbi zülcelale vasıl olmakla mümkündür. İşte İslâm davetçisi bu yakîn
derecesine yükselir ve İslâm'ın canlı bir örneğini sergilerse, yaptığı davetten
hayırlı ve bereketli neticeler tahsil edebilir. Onun için İslâm davetçisi şu
hususlara çok itina göstermelidir. 1- Şahsında İslâm'ı tam mânâsı
ile yaşamaya gayret etmelidir. «Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin
söylüyorsunuz? Yapmayacağınızı söylemeniz Allah indinde şiddetli bir buğza
sebep olur.» (Saf: 2-3) Yaptığı İslâmî davete nefsî arzularını, şahsî
düşüncelerini karıştırmamalı ve insanları sadece Allah'a ve onun nizamına davet
etmelidir. “İnsanları Allah’a davet eden
ve sâlih ameller işleyen ve "ben
müslümanlardanım" diyenden daha güzel sözlü kim var.» (Fussilet: 33) İslâm'a davet hususunda
çalışacak kişinin İslâm'ın hakikatı ile boyanması ve İslâm hakikatını iyi
kavraması gerekir. «De ki: Şüphesiz benim
namazım, ibadetlerim, dirim, ölümüm hiçbir ortağı olmayan âlemlerin Rabb’ı
Allah'ındır. Ben böylece emrolundum. Ben müslüman olanların ilkiyim.» (En'am:
162) Davetçi kalben mutmain olmalı
ve davetin bir cihad ve bir ibadet olduğu şuuruna ulaşmalıdır. «Bilesiniz ki vücutta bir et
parçası vardır. O düzeldiğinde bütün ceset düzelir ve o bozulduğunda cesetin
tamamı bozulur. Bilesiniz ki o kâlbtir.» Görülüyor ki, iman, ihlas ve
niyetin makarrı olan kâlb itminan bulmaz, kötü düşünce ve masivâdan
temizlenmezse hiçbir amel makbûliyet derecesine yükselemez. Davetçi bu meseleyi
halletmeden hiçbir meseleyi halledemez. 2- İslâm'a davet edenler bir
İslâmî hareket veya cemaatın mensubu ise, daveti öncelikle kendi mensubu
bulunduğu toplumun içinde yapmalı ve o toplumun İslâmî hakikatları kavrayıp
yaşamalarını sağlamaya çalışmalıdır. . Müslümanlar şunu çok iyi bir şekilde
bilmelidir ki, İslâm'ı güçleri yettiği kadar kendi aralarında hâkim kılmadıkları
ve bunu gerçekleştirmek için çaba göstermedikleri müddetçe davalarında sâdık
değillerdir. Bu gibi-ler kendilerini iyi kontrol etsinler, göreceklerdir ki
yaptıkları işte Allah rızası yerine nefsî arzuları ve indî görüşleri önplana
çıkmıştır. Maalesef bugün, bir kısım
müslümanlar, «biz konuşalım başkaları yapsın» anlayışıyla iş değil laf
üretiyor, diğer taraftan yaptıkları İslâm dışı hareketleri binbir tevil ve
zorlamalarla mazur gösteriyor, kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi
hareket etmeyen müslümanları itham ediyor, suçluyor ve çeşitli yöntemlerle
tesirsiz hâle getirmeye çalışıyorlar. Tecrübeler şunu göstermiştir
ki: Bu gibi kişiler İslâmî hareketin güvesidirler. Hiçbir zaman risk altına
girmezler. Çileye hiç gelmezler. Tembel ve nefislerinin zebûnudurlar.
Köşe-bucak, yalan-yanlış laf üretmek ve dedikodu ile meşguldürler. Mesuliyetten
ve iş yapmaktan kaçarlar, fakat her işin başında gözükmek isterler. İslâm daveti komple bir
harekettir. Bir cihad ve bir ibadettir. O bakımdan İslâmî cemaat ve hareketler
kendi iç davetini tamamlamadan daha geniş boyutlu hareketlerde istenilen
neticeye ulaşamazlar. 3- İslâm davetçisi, İslâm
davet metodunu çok iyi bilmeli ve İslâm'ın edep ve ahlâkı ile ahlâklanmalı ve
yukarıda zikredilen ihlas, takva, ilim, hilim ve mes'uliyet şuuru ile muttasıf
olmalıdır. «(Ey Muhammed!) Rabb’ının yoluna hikmet ve güzel öğütle çağır ve
onlarla en güzel şekilde mücadele et. Çünkü Rabb’ın kendi yolundan sapanları en
iyi bilendir. Ve o hidayete erenleri de en iyi bilendir.» (Nahl: 125) «Fir'avn'a gidin. Çünkü o azdı. Ona yumuşak
tatlı dille konuşun. Belki o, aklını başına alır veya korkar.» (Taha: 43-44) Ve İslâm davetçisi şu hususu
asla unutmamalıdır. Hidayete erdirici olan sadece Allahu Teâlâ'dır. «(Rasûlüm) Sen sevdiğini
hidayete erdiremezsin. Bilakis Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete
girecek olanları en iyi o bilir.» (Kasas: 56) «Biz onların dediklerini çok
iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin. Tehdidimden
korkanlara Kur'an’la öğüt ver.» (Kaf: 45) Davetçi, muhatabını nefret
ettirici, uzaklaştırıcı, kaba ve hoyrat olmamalıdır. «Kolaylaştırınız,
zorlaştırmayınız, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz.» (Müslim) Davetçi muhatabını çok iyi
tanımalı ve davete nereden başla-yacağını çok iyi bilmelidir. En son söylenecek
sözü daha başında söylememelidir. Yani davet metodundaki tedricîlik prensibine
dikkat etmelidir. Rasûlullah sallallahu aleyhi
ve sellem Muaz ibn-i Cebel radıyallahu anhı Yemen'e vâli olarak gönderdi ve ona
şöyle buyurdu: "Onları Allah'tan başka ilah olmadığına ve benim Allah'ın
Rasûlü olduğuma davet et. Eğer bunu kabul edip, itaat ederlerse, günde beş
vakit namazın üzerlerine farz kılındığını bildir. Şayet bunu da kabul eder ve
itaat ederlerse, zenginlerden alınıp, fakirlere verilmek üzere Allah'ın üzerlerine
zekatı farz kıldığını bildir.» (Buharî)
|