Mirac Açısından Namaz

Mîrâc nedir?

Mîrâc; yüceldi, yükseklere çıktı anlamındaki "arece" fiilinin miftah vezninde ism-i âletidir.

Miftah; (anahtar) kapalı kapıları açan bir âlet olduğu gibi, Mîrâc da madde ötesi melekût âleminin kapılarını açan, mânevî araçtır.

Madde ötesi bir varlık olan ve âlem-i ervahtan gelen ruhun, madde ötesi âlemlerde mânevî feyizler ve ruhsal zevklerle huzur bulması ve tatmin olmasıdır.

Mîrâc, peygamberlerin ve evliyâların "seyr-i sülûk" u, yani Allah yolunda mânevî ve rûhâni yolculuğudur.

Bütün peygamberlerin ve evliyâların, ruhsal olgunluklarına ve Allah katındaki derecelerine göre, rûhâni mîrâcları vardır.

Ruh ve bedenle birlikte yapılan ve Mekke'deki Mescid-i Haram' dan önce Kudüs' teki, Mescid-i Aksâ'ya ve oradan yedi kat gökleri, Sidre-i Müntehâ'yı ve Melekler Alemini aşarak "Kabe Kavseyn" makâmına kadar uzanan Mîrâc, Hâtem'ül Enbiyâ ve Makâm-ı Mahmud sahibi olan sevgili Peygamberimize lûtfedilen özel bir Mîrâc'tır.

Cebrâil'in, "ileri geçersem yanarım" diye aczini itiraf ettiği ve peygamberlerin gıbta ettiği bu Mîrâc, akıl ve hayaller ötesi bir olay olduğu için, müşrikleri çıldırtıp Esfel-i Sâfilîn'e yuvarlamış ve Ebû Bekir'i sıddîkıyet makâmına yüceltmiştir.

Sonsuz merhamet sahibi olan yüce Allah, bizleri de bu kutsal Mîrâc nîmetinden yoksun bırakmamış ve peygamberimizin dili ile bunu haber vermiştir.

Sevgili peygamberimiz;"Namaz, mü'min'lerin mîrâcıdır." hadîs-i şerîfi ile, çok sevdiği ümmetine bu müjdeyi vermiştir.

"Her şey aslına döner." topraktan yaratılan bedensel yapımızın ölünce çürüyüp tekrar toprağa dönüştüğü gibi.

Mîrâc gecesi farz kılınan ve Mîrâc'dan gelen namaz da, kılan kişileri tekrar Mîrâc'a taşır.

Evet, namaz mü'minlerin mîrâcıdır. Mü'min'ler, ancak namaz ile Mîrâc'ın mânevi fazîletlerinden ve ruhsal zevklerinden yararlanırlar ve namaz ile madde ötesi âlemlere yücelebilirler.

Beş vakit namazı kılanların herbiri, Mîrâc'ın mânevî faziletlerinden ve ruhsal zevklerinden yararlanır mı?

"Namaz, mü'minlerin mîrâcıdır" hadîsinin aslı; "Essalâtu Mîrâcul mü'minîn" dir. Essalâtü' deki lâm ile Elmü'minîn' deki lâm, cins için değil ahd (belirlilik) içindir.

Her namaz, Mîrâc olmadığı gibi, her mü'minin kıldığı namaz da Mîrâc olmaz demektir.

Namazın gerçekten Mîrâc olabilmesi ve kılan kişiyi mânevî feyizlere, ruhsal zevklere ve madde ötesi âlemlere taşıyabilmesi için, önce namaz kılan kişinin gerçek mü'min olması, tevhid inancını kalbine yerleştirmesi gereklidir.

Tevhid ve şirk birbirinin zıddıdır. Tevhidin olduğu yerde şirk ve şirkin olduğu yerde tevhid olmaz.

Din karşıtı kişileri ilâhlaştıranlar, avuçları şişinceye kadar onları alkışlayanlar ve onların, dînin temeline dinamit koymalarını kıllarını kıpırdatmadan, boyalı basında ve kanallarda zevkle izleyenler..

Sonra alelacele aldıkları abdestle, yatıp kalkıp namazlarını kılıverenler, ne îmânın tadını, ne namazın tadını ve ne Mîrâc'ın tadını alamadıkları gibi, Cennet'in kokusunu da alamazlar.

Yüce Allah buyuruyor;"Gerçek mü'min'ler, kurtuluşa erdiler. Onlar namazlarında huşû edicilerdir. (Namazlarını huşû ve huzurla kılıcılardır.)"Mü'minûn 1-2

Gerçek mü'min-gerçek namaz. Artı-eksi uçları gibi, bu ikisi bir araya gelince, nice nice mânevi enerjiler, mânevi feyizler ve ruhsal zevkler oluşur ve kılınan namaz, gerçekten Mîrâc olur.

Sevgili din kardeşlerim!

Namazımızın gerçek Mîrâc olması ve bizleri mânevi feyizlere, ruhsal zevklere ve ilâhi huzura taşıyabilmesi için, öncelikle namazın alt yapısını oluşturan ön şartları yerine getirelim. İnanç, bilinç ve ihlâsı kendimize ilke edinelim.

Namazın ön şartları tuvalette başlar. Çünkü tuvaletine sıkışan kimsenin, tuvalete gitmeden namaz kılması mekruhtur.

Ameller (işler) niyete bağlıdır. Namazı huşû ve huzurla kılabilmek ve kerâhetten sakınma amacı ile tuvalete girenlerin, namazla ilgili sevapları yazılmaya başlar.

Abdest, namazın anahtarı ve müslümanların şeytana karşı en etkili silahıdır.

Önceden abdest alarak, namazın vaktini bekleyenlere, şeytan yaklaşamaz. Onları önemsiz işlerle oyalayıp, namazın vaktini geçirtemez.

Bu nedenle, gücümüzün yettiği ölçüde vakitten önce abdest alalım ve kendimizi namaza hazırlayalım.

Abdest veya gusül gibi maddî ve mânevi temizlikler yapıldıktan ve üst baş temizliği gözden geçirildikten sonra, namaz vakitlerini ilâhi randevu olarak algılamalı, ruhsal ve psikolojik açıdan namaza girişe hazırlanmalıdır.

İlâhi randevunun başlangıcını bildiren Ezan'lar okunmaya başlayınca, müezzinler, "Allâhü Ekber, Allâhü Ekber" deyince gönüller duygulanmalı, iş, güç bırakılmalı, yaşam durmalı ve tüm inananlar namaza koşmalıdır.

Ezan duâsından sonra ayağa kalkılır, kıbleye dönülür ve namaz için niyet edilir.

Namazın akışını etkileyecek olan niyet gerçekten çok önemlidir. Bu nedenle kalp ile yapılması farzdır.

Niyet, kişi ile Allah arasında bir sözleşmedir. Niyet ile âdet ve ibâdet ayrılır ve kişinin sevâbı niyeti ile orantılı olur.

Niyet, kişinin kendine gelişi, Allah huzurunda olduğunu hatırlayışı ve gafletten sıyrılıp çıkışıdır.

Niyet, kişi ile dünyası arasına çekilen kalın bir duvardır. Duvarın dış tarafında bitmeyen, tükenmeyen dünya işleri, ihtiras, tartışma, kavga ve gaflet..

Duvarın beri tarafında yalnızca Allah'a ibâdet.

"Niyet ettim Allah rızası için filân namazı kılmaya." derken, ağzından çıkan sözleri kulağı duymalı ve anlamını kalbinden geçirmelidir. Namazı gerçekten Allah rızası için kılmaya özen göstermeli ve Allah'ın rızasını amaç edinmelidir.

Niyetten sonra eller kaldırılarak ve "Allâhü Ekber" (En büyük Allah'tır) diye tekbir alınır.

Tekbirden sonra, Yüce Allah'a kayıtsız, şartsız, tam teslimiyet anlamında eller bağlanır.

Sol el, burun temizleme ve tahâret gibi aşağılık ve nefsâni işlerde kullanıldığı için, ruhun, nefse ve hakkın, bâtıla karşı üstünlüğünü kanıtlamak için, sağ el, sol elin üzerine konur.

Namaza, "Allâhü Ekber" (En büyük Allah'tır) diye girilir ve Allah'tan başka her şey önemini yitirir ve namazın dışında kalır.

Namaza giriş tekbiri farzdır ve bu tekbire, "Tahrîme Tekbiri" ve "İftitah Tekbiri" denir.

Tahrîme Tekbiri;Haram kılan tekbir demektir. Bu tekbirden önce kendine helâl olan yeme, içme, konuşma, iş, güç gibi şeyler artık haram kılınmış ve kişi âdeta melekleşmiştir.

İftitah Tekbiri;Açış ve fütûhât tekbiri demektir. "Allâhü Ekber" diye tekbir alan ve el bağlayıp, Yüce Allah'a teslim olan kişiye, madde ötesi melekût âleminin kapıları açılır ve ruhâni Mîrâcı başlar.

Dünya açısından hiç bir baskı ve dayatma olmadığı halde, yalnızca Allah'ın emrini yerine getirmek ve Yüce Allah'ın rızasını kazanmak için, işini, gücünü bırakan, tatlı uykusunu ve sıcak yatağını terk eden ve gereğinde baskılara karşı direnerek abdest alan ve el bağlayıp, ilâhi huzura yönelen kişi, yeme, içme gibi beşeri sıfatlardan arınıp melekler gibi ruhsal hâle dönüşünce..

Önce, meleklerin doğal ve temel gıdası olan tesbih, hamd ve tevhid anlamını taşıyan, Sübhâneke'yi okur.

Sübhâneke'nin sonunda, "Ve lâ ilâhe ğayrük" (Senden başka ilâh yoktur.) derken, putçuluğa dayalı sapık ideolojileri, sapık sistemleri ve sahte ilâhları yok sayarak, tevhid inancını tazeler.

"Su uyur, düşman uyumaz." derler. En tehlikeli ve en bilinçli düşmanımız olan şeytan, kalp ve damarlarımızda elektrik akımı gibi dolaşırken, nefsâni duygularımızı tahrik ederken ve kalbimize kötülükleri fısıldarken, huzurlu namaz kılamayacağımız için, "Eûzü billâhi mineş şeytânir racîm" diye, (Şeytanın şerrinden her şeyi bilen, her şeyi gören ve sonsuz kudret sahibi olan Yüce Allah'a sığınırız.)

Sonra, "Bismillâhirrahmanirrahîm"diye, Allah'ın huzurunda olduğumuz bilinci ve Allah'ın bizleri gördüğü, bildiği ve dinlediği inancı ile yavaş yavaş içimize sindire sindire ve azçok anlamını düşünerek Fatiha ve zamm-ı sûreyi okuruz.

Özellikle, "İyyâke na'budü ve iyyâke nesteıyn" (Ancak sana ibâdet ederiz ve ancak senden yardım isteriz.)âyetini okurken, gerçekçi ve samimi olalım. Namazda ve namazın dışında bu âyetin anlamına bağlı kalalım. Yalnız Allah'a ibadet edelim, başka ilâhlar edinmeyelim. Yalnız Allah'tan yardım isteyelim ve sahte kurtarıcıları putlaştırmayalım.

Fâtiha ve zamm-ı sûreden sonra, Allah'ın sonsuz ve sınırsız kudreti ve büyüklüğü karşısında saygı ile eğilmek için rükû'a gidilir.

Rükû'a giderken yine "Allâhü Ekber" diye tekbir alırız. Rükû'da en az üç defa, ama yavaş yavaş "Sübhâne Rabbiyel Azîm" (Büyük ve azamet sahibi olan Rabbim! Seni noksan sıfatlardan tenzîh ederim.) dedikten sonra..

"Semi'allâhü limen hamideh" (Allah, kendisine hamd edenlerin hamdini/övgüsünü kabul eder.) diyerek rükû'dan doğruluruz.

Rükû'dan doğrulduktan sonra ayakta ve dimdik bir vaziyette "Rabbenâ lekel hamd"(Ey Rabbimiz! Hamd, övgü, şükür sana mahsustur.) der ve sonra "Allâhü Ekber" diye secdeye kapanırız.

Yüce Allah;"Secde et, yakın ol"(Alak - 19)buyuruyor. Secde, ibâdetlerin özü ve kulun Allah'a en yakın olduğu, ruhsal ve mânevi halidir.

Secde, topraktan yaratılan insanın tekrar toprağa dönüşü, bir devranın, bir ömrün ve bir rekâtın tamamlanışı demektir.

Secde, alın ve toprağın, onur ve tevâzunun birleşmesidir.

Secde, Mîrâc açısından sıçrama noktasıdır.

Taş devri müşriklerine özenenler, tören ve kutlama adı altında putlaştırılan taşların önünde eğilirken, bizler, yalnızca Allah'a secde edilir inancı ve Allah huzurunda olduğumuz bilinci ile secdeye vardığımız zaman..

En az üç defa ama yavaş yavaş "Sübhâne Rabbiyel Âlâ" (Yüceler yücesi Rabbimi noksan sıfatlardan tenzih ederim.) dedikten sonra secdeden başımızı kaldırıp otururuz.

Secde etmediği için lânetlenen şeytanı kahretmek için, "Sizi topraktan yarattık, tekrar toprağa döndüreceğiz."âyetini uygulamak için ve secde halindeki ruhsal zevklere doymadığımız için, "Allâhü Ekber" diye ikinci secdeye gideriz.

İkinci secdeden sonra, "Allâhü Ekber" diye ayağa kalkış, kıyamet' te yeniden dirilip, kabirden kalkış demektir. İkinci rekâtta el bağlayıp ayaktaki duruş, sorgulanmak üzere mahşer yerindeki bekleyiş demektir.

Her iki rekât, Mîrâc açısından yeni bir makama yükseliştir. Bu nedenle her namazın ikinci rekâtın sonundaki oturuşta, sevgili Peygamberimizin Mîrâc'ta okuduğu, "Ettehıyyâtü lillâhi vessalâvatü vettayyibât"(Söz ile, (medih, övgü, şükür, zikir) beden ile ve mal ile yapılan ibâdetlerin hepsi yalnızca Yüce Allah'adır.)

"Esselâmu aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetüllâhi veberakâtüh" (Ey Allah katındaki derecesi yüce olan Nebiy (Hazreti Muhammed) Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketleri sana olsun.)

"Esselâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn"(Dünya, Ahiret selâmeti bizlere ve Allah'ın salih (iyi) kullarına olsun.)

"Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve resûlüh" (Şehâdet ederim ki Allah'tan başka hak ve gerçek ilâh (ma'bud) yoktur. Ve yine şehâdet ederim ki Hazreti Muhammed, O'nun kulu ve peygamberidir.)

Kılmakta olduğumuz namaz üç veya dört rekâtlı namaz ise, Yüce Allah'a tahıyyeler sunduktan, sevgili peygamberimiz'e, Allah'ın selamını, rahmetini ve bereketlerini diledikten sonra, kendimize, birlikte olduğumuz cemaate ve Hz. Adem'den günümüze kadar gelip geçmiş, Allah'ın sâlih (iyi) kullarına selâm ve duâ ettikten sonra, kelime-i şehâdet'ten aldığımız îman gücü ve mânevi enerji ile ayağa kalkar ve Mîrâc yolculuğumuza devam ederiz.

Ka'de-i Âhire denilen son oturuşlarda, Ettehiyyâtü'den sonra Allâhümme salli alâ ve Allâhümme bârik alâ diye başlayan Salâvât-ı Şerîfeleri okuyarak, Allah'ın emrini yerine getirmeye çalışır ve peygamberimize olan sevgi, bağlılık ve vefa borcumuzu yerine getirmeye çalışırız.

Sonra, Rabbenağfirliy duâsı ile kendimizin, ana-babamızın ve tüm mü'minlerin hesap günü af edilip bağışlanmasını sonsuz merhamet sahibi olan Rabbimiz'den dileriz.

Namaza başlarken Tahrîme Tekbiri ile bizlere haram kılınan yeme, içme ve konuşma gibi şeylerin tekrar helâl olması ve melekût âleminden, dünya âlemine dönebilmemiz için, önce sağımızdaki ve sonra solumuzdaki meleklere selâm vererek namazdan çıkarız.

"Elkabrü sandûkul amel" (Kabir amel sandığıdır). Dünyanın en varlıklı ve en ünlü kişileri, madde olarak mezara beyaz bir kefenden başka bir şey götürmezken, insanların iyi ve çirkin amelleri (işleri) o kişi ile birlikte mezarına girecektir.

İnsanın iyi amelleri (sevapları) çok güzel, çok sevimli ve nûrâni şekillerde mezara gelecekler ve kıyâmete kadar o kişi ile arkadaşlık edeceklerdir.

Kötü ameller (günahlar) de, kara, korkunç, yılan, akrep ve ejderha şeklinde mezara gelecekler ve kıyâmete kadar o kişiye azap edeceklerdir.

İyi-güzel amellerin başında farz'lar gelir. Farzlar'ın başında her gün beş defa tekrarlanan Namaz gelir. Namaz ne derece inançlı, bilinçli, ihlâslı, dosdoğru ve güzel kılınırsa, o derece güzelleşir, nurlanır ve insanın mezarında en yakın ve en samimi arkadaşı olur.

Namaz, mânâ aleminde bir insana benzer. Namazın farzları, o insanın kalp, beyin, ciğer ve böbrekleri gibi hayatî organlarıdır. Vâcipler, kol, bacak, göz, kulak gibi dış organlarıdır. Sünnetler, el ve ayak parmaklarıdır. Müstehaplar, kaş, kirpik ve saçlarıdır.

Farzların terki, hayâtî organların ölümü demektir. Vâciplerin terki, kolsuz, bacaksız ve gözsüz kalmak demektir. Sünnetlerin terki, parmaksız kalmak demektir. Müstehapların terki, saçların dökülüp kel kalması demektir.

Namazlarımızın, Allah katında kabul olması, mezarda ve âhirette karşımıza sevimli, nurlu ve düzgün bir şekilde çıkması için, bid'at ve hurâfelerden kaçınma koşulu ile, namazın farzlarını, vâciplerini, sünnetlerini ve müstehaplarını en ince ayrıntılarına kadar yerine getirmeye çalışalım.

Unutmayalım! Her şeyin bir özü vardır. Gülün özü koku, şekerin özü tad ve sütün özü yağ olduğu gibi, insanın özü ruh, namazın özü ise huşû'dur.

Huşûsuz namaz, ruhsuz beden gibidir.

Huşû nedir?

Huzur ve sükûn demektir. Yani iç duygular Allah huzurunda, beden, hareketsiz ve sâkin demektir.

Kalp, yerleri, gökleri ve bütün varlıkları yaratan, yöneten ve yönlendiren Yüce Allah'ın huzurunda.

Akıl, namazda ve namazda olduğunun bilincinde.

Hayal, Cennet'le, Cehennem'in tam ortasında.

Gözler, önde secde mahallinde.

Dil, Kur'an okumakta ve zikir etmekte.

Kulaklar, dilde ve dilin okuduğunu dinlemede.

Eller, sağı solu kaşımaksızın, hareketsiz ve üst üste.

Ayaklar, dağlar gibi sabit, hareketsiz ve yan yana.

Gönül, mânevi feyizler ve ruhsal zevklerle dolup taşmada.

Ruh, ilâhî cezbe ile melekût âleminde ve Mîrâc yolunda.

İşte, namazın canı ve rûhu olan huşû..

İşte, kişiyi Mîrâc'a, Cennet'e ve Cemâlullah'a taşıyacak olan namaz.

Yüce Allah buyuruyor; "Gerçek mü'minler felâha (Cehennem'den kurtulup Cennet'e) kavuştular. Onlar, namazı huşû içinde kılıcılardır. Onlar, lağfiyattan (günahlardan ve boş şeylerden) kaçınırlar." Mü'min: 1-2-3

Âlemlerin Rabbi olan Allah'a inanan gerçek ve kesin îmana erişenler, gaflet perdelerini parçaladıkları için, namazlarını huşû, huzur, mânevi feyizler ve ruhsal zevklerle kılarlar.

Namazın dışında da Allah'ın huzurunda olduğu bilincini sürdürenler, sürekli Allah'ı ananlar, zikir edenler ve Allah yolunda, Allah'ın dîni için çalışanlar, her an mânevi feyizler ve ruhsal zevklerle dolup taştıkları için, her türlü günahlardan ve gereksiz boş şeylerden kaçınırlar.

www.cileweb.net