Sağlık Açısından Namaz

Canlı varlıkların bedensel ve duygusal açıdan sağlıklarını koruyabilmeleri, fıtratlarına (yaratılış amaçlarına)uygun bir ortamda yaşamalarına bağlıdır.

Tatlı suda yaşaması gereken balıklar denize açılırlarsa ve yerin altında karanlıkta yaşaması gereken hayvan türleri, toprağın üzerine, ışığa çıkarlarsa, önce dengeleri sonra sağlıkları bozulur.

Madde âlemindeki tüm canlılar için geçerli olan bu İlâhî kural, insanlar için de geçerlidir.

Ancak, ruhlar âlemi ile madde âleminin(ruh ve bedenin)birleşiminden yaratılan insanların farklı bir özelliği vardır.

İnsanlar doğal dengelerini ve sağlıklarını koruyabilmeleri için, hem madde âlemindeki ve hem ruhlar âlemindeki kurallara uyma zorunluluğundadırlar.

Madde âleminde, atomun çekirdeği etrafında dönen elektronlardan, yıldızlara kadar canlı ve cansız tüm varlıklar, ilâhî iradenin emri doğrultusunda belirli hareketleri yaparlar.

Madde âleminden olan bedensel yapımızın da İlâhî iradenin emri doğrultusunda ve İlâhî iradenin belirlediği zamanlarda kıyam, rükû ve secde gibi, bedensel ibâdetleri yapması, doğal sağlığı ve âhiretteki mutluluğu açısından zorunludur.

Namazdan kopup, aşırı hırsla dünya'ya sarılanların ve alkol, kumar, fuhuş ve uyuşturucu gibi haramlara bağımlı olanların, doğal denge ve sağlıklarının bozulduğu bir gerçektir.

Madde ötesi ruhlar ve melekler âleminde ise, huzur ve istikrar vardır. Onların doğal gıdaları ilâhî aşk, ilâhî sevgi ve ilâhî cezbe'den kaynaklanan mânevî feyizler ve ruhsal zevklerdir.

Madde ötesi ölümsüz bir varlık olan ruhlarımızın doğal dengelerini koruyabilmeleri için, sükûn ve istikrar ortamında kılınan bir namaza, ilâhî huzura, mânevî feyizlere ve ruhsal zevklere ihtiyaçları vardır.

Aksi halde, ruhlarımızın doğal denge ve doğal sağlığı bozulur. Sıkıntı, gerilim, karamsarlık ve gönül darlığı ile başlayan ruhsal dengesizlik, Allah korusun ruhsal bunalıma dönüşürse, insanın hem dünyası, hem âhireti gider.

Genelde insanların çoğunluğu bedensel sağlığa ve bedensel gıdalara özen göstermekle birlikte, ruhsal sağlığı ve ruhsal gıdaları ihmal ederler.

Onlara göre insan denilen varlık, bilinçsiz hücrelerden oluşan et ve kemik yığınlarıdır.

Unuttukları bir nokta var ki, ruhsuz bedene insan denilmez. Ölen kişiye, yani ruhsuz bedene filânın cenazesi, cesedi veya nâşı denir.

Bedenler, ruh ile görür, ruh ile işitir, ruh ile konuşur ve ruh ile sevilir.

Ruhsuz bir beden (cenaze), kişinin en yakını da olsa, soğuk, sevimsiz ve ürpertici olur.

Eşini aşırı derecede seven bir erkek veya kadın, eşinin ruhsuz bedeni ile aynı yatakta kaç gece birlikte yatabilir?

Dinin direği ve mü'minlerin mirâcı olan beş vakit namaz, bedenleri, ruhları ve tüm duyguları kapsayan ve tatmin eden genel anlamlı bir ibâdettir.

İnanç, bilinç, ihlâs ve huşû ile dosdoğru ve güzelce kılınan namazlarda, ruhlar, sükûn ve istikrar ortamında ilâhî huzura, mânevî feyizlere ve ruhsal zevklere kavuşurlar.

Akıl, hayal, görme ve işitme gibi duygular bir noktada toplanır. Kişi dağınıklıktan kurtulur ve beyin dinlenir.

Gönül, sevaplarla nurlanır, genişler, darlıktan ve sıkıntıdan kurtulur.

Bedendeki tüm eklemler çalışır, göbek yağları erir, kan dolaşımı dengelenir, beyinsel duygular ve tüm organlar zindelik kazanır.

Bedensel ve ruhsal sağlık açısından, huzur ve sükûn açısından ve psikolojik duygular açısından beş vakit namaz, tüm inananların doğal, temel gıdası ve enerji kaynağıdır.

Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, beş vakit namaz gerçekten, dinin direği ve mü'minleri ilâhî huzura taşıyan bir mirâctır.

Direksiz ve temelsiz bir yapı olamayacağı gibi, namazsız bir din olamaz.

Bir vakit namazı kaçıranlar, tüm servetini ve mutluluğunu kaybetmiş gibi hüzün duymalılar ve hemen o namazı kazâ ederek, servetlerini ve mutluluklarını yeniden kazanmaya çalışmalıdırlar.

Çok önemli bir gerçeği altını çizerek belirtelim. İbâdetlerdeki asıl amaç ve temel ilke ihlâstır. Yâni her türlü ibâdetleri yalnızca Allah rızası için yapmaktır.

İbâdetlerin, Allah katındaki değeri ve geçerliliği, kişinin ihlâsı ile orantılıdır.

Asıl amaçtan sapılmaması, ihlâsın zedelenmemesi ve niyetin bölünmemesi için, çok değerli İslâm âlimleri ibâdetleri sağlık açısından fazla ele almamışlar ve bu konuyu gündemde tutmamışlardır.

Bizler de onların yolunu izleyerek ve onların himmet ve şefaâtlerini Yüce Mevlâ'dan dileyerek bu konuyu burada noktalayalım.

Sevgili kardeşlerim!

Kendi araştırması ile İslâmı tanıyan ve müslüman olan bir Fransız doktoru, 1962 yılında umre için Mekke'ye gelmişti. Bir gece yatsı namazından sonra Harem-i Şerif'te, altın oluğun karşısında, neden ve nasıl müslüman olduğunu anlatmıştı. Anlatırken çok duygulanan ve zaman zaman ağlayan doktor, dinleyenleri de duygulandırmış ve ağlatmıştı.

Unutamadığım o geceyi yeniden yaşamak ve siz okurlarımla paylaşmak istedim.

Aradan uzun yıllar geçtiği için, anlattıklarını aynen aktarmam imkânsız. Aklımda kaldığı ölçüde yazmaya çalışacağım.

1950-1954 yılları arasında Cezayir'deki bir Fransız hastanesinde çalışan doktor, bazı müslüman hastaların belirli vakitlerde lâvabonun başında ayrı bir tür temizlik yaptıklarını görmüş ve ilgisini çekmiş.

İçinden gelen bir duygu ile hiç görmediği bu temizlik türünü ayrıntıları ile incelemeye karar veren doktor bakmış ki; önce eller, sonra sırası ile ağız, burun, yüz ve kollar dirsekleri ile birlikte üçer defa yıkanıyorlar.

Baş, kulaklar ve ense ıslak el ile birer defa sıvazlanıyorlar ve son olarak ayaklar, parmak araları ve topukları ile bir defa yıkanıyorlar.

Bu gördüklerini ayrıntıları ile izleyen ve gerekli notları alan doktor, işi biraz daha ileri götürmeye karar vermiş ve müslümanların bu temizlikten sonra ne yaptıklarını araştırmış.

Karşılaştığı görüntüler doktoru şaşkına uğratmış. Aynı yöne dönen müslümanlar, sessiz ve sakin bir ortamda ellerini bağlayıp Allah'a ibâdet ediyorlar.

Bu gördüklerinden etkilenen doktor, o gece hemen uyuyamamış ve ellerde başlayıp, ayaklarda tamamlanan bu değişik tür temizlik sistemini düşünmeye başlamış.

Önce eller, neden?

Eller, temizlik âleti olduğuna ve diğer organlar onlarla temizleneceğine göre, öncelikle ellerin temizlenmesi doğal ve zorunlu.

Sonra ağız?

Balgam ve tükrük gibi salgıların ve bu salgılarla, diş aralarında yuvalanan mikropların, bol su ile üç defa çalkalanıp dışarı atılması çok yerinde ve gerekli bir temizlik.

Sonra, burun?

Üç defa bol su ile yıkanan ve her yıkamada sert sümkürme ile mikroplardan ve sümük denilen pis ve yapışkan salgıdan arınan burun, solunum görevini rahatlıkla yapabiliyor.

Günde beş defa tekrarlanan ve dünyada yanlız müslümanlarca uygulanan bu temizlik sistemi ile, burun sürekli temizleniyor ve solunum yolu açık tutuluyor.

Sonra, yüz ?

Ağız ve burun yüze dahil olmakla birlikte, önce onların yıkanması, önce alt yapının temizlenmesinden kaynaklanıyor.

İki avuçla yıkanan yüz, sıcak havalarda aşırı tuzlu ve mikroplu terden arındırılıyor, soğutma eylemi ile aşırı terleme önleniyor ve kan basıncı başka noktalara çekiliyor. Soğuk havalarda, soğuk su ile yıkanan yüzlerin direnci artıyor.

Sonra, kollar?

En çok çalışan, en çok kirlenen ve yorulan kollar, üç defa yıkanınca hem temizleniyor, hem su masajı ile dinlendiriyor.

Sonra, baş?

Doktor burada duruyor ve düşünüyor. Diğer organlar yıkandığı halde, baş neden yıkanmıyor?

Soğuk havalarda ve özellikle soğuk ülkelerde yaşayan müslümanların, günde beş defa başlarını yıkamaları halinde, bunun bir cinnet olabileceğini ve en güzel uygulanabilir sistemin, başların mesh edilmesi olduğunu kabulleniyor.

Sonra, ayaklar?

Tüm dünyada önemsenmeyen ve ihmal edilen temizliklerin başında, ayak temizliğinin geldiğini düşünüyor.

Müslümanların dışında, belirli aralıklarla ve düzenli bir şekilde ayak temizliği yapanları görmedim diyor.

Müslümanların abdest dediği bu temizlik sisteminin tüm insanlarca uygulanmasının çok yararlı olacağı kanısına varan doktor, sabah yatağından kalkınca, tüm ayrıntılarına özen göstererek abdest alıyor ve ilk uygulamaya kendinden başlıyor.

Abdest aldığı anda başında hafiflik, bedeninde zindelik, sinir sisteminde rahatlık, kalbinde sükûn ve gönlünde huzur oluştuğunu gören doktor, müslümanların abdest dediği bu temizlik sisteminin, temizliğin ve sağlığın ötesinde ruhsal ve psikolojik açılardan da yararlı olduğuna inanıyor.

Abdestten aldığı ruhsal güçle adım adım İslâma yaklaşan ve demir gibi sağlam irâde gücüne sahip olan doktor, din değişimi gibi en büyük ruhsal devrimi başarmada çok zorlanıyor.

Aklı ile fanatik hristiyanlığın arasında gidip gelirken ve kararsızlıktan bunalıma sürüklenirken, Allah'ın hidâyeti erişiyor ve eline Fransızca'ya çevrili bir Kur'an meâli geçiyor.

Eline aldığı Kur'an meâlini gelişi güzel açınça, Meryem sûresinin 75. ayeti ile karşılaşıyor.

"Meryem oğlu Mesih (Hz. İsa) ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Annesi (Meryem) sıddikadır. İkisi de yemek yerlerdi. Bak! Ayetlerimizi onlara nasıl açıklıyoruz. Sonra yine bak! (düşün) Onlar gerçeklerden nasıl çevriliyorlar."

Doktor bu ayetin karşısında şaşkına uğruyor. O âna kadar ilâh olarak kabullendiği Hazreti İsa ve Annesi'nin yemek yediklerini, su içtiklerini ve sonra bunları tuvalete boşalttıklarını düşünüyor.

Ekmeğe, yemeğe, suya ve havaya muhtaç olanların ilâh olamayacağı kanısına varıyor.

Gönlünden kaynaklanan ve irâde gücünü aşan bir kararla doğruca Cezâyir müftülüğüne gidiyor. Anlamını bilerek ve inanarak Kelime-i Şehâdet getirerek müslüman oluyor ve Talhâ adını alıyor ve sonra oturup doyasıya ağlıyor.

www.cileweb.net